Birlik Ve Dirilik Çağrısı

“Bu ezanlar -ki şehâdetleri dinin temeli-”

Bilindiği üzere, İstiklâl Marşı, Türk milletinin bağımsızlık, özgürlük, iman ve bir çeşit diri kalış bildirgesidir. Bununla birlik, ulusumuzun tarihî ve medenî köklerinden hız alan, inanışının ve yaşayışının biçim ve biçemini haykıran ilkeler manzumesidir. Başkaca söylersek, milletimizin ruhî, ahlakî ve moral değerlerinin, kişilik özelliklerinin ortaya konduğu bir iman çağlayanıdır İstiklâl Marşı. Kısacası, büyük bir medeniyet kuran bir toplumun yüzyıllar içinde katman katman derlenmiş, sıralanmış, sırlanmış değerler dizgesidir.

Bu muazzam ve bizim nezdimizde muazzez olan büyük eserin yukarıya aldığımız mısraı üzerinde düşünmeye çalışacağız. İlk bakışta şunu görüyoruz: Bahse konu olan mısradaki ana kavram “ezan”dır.  Mısraın mana yükü bu kelime üzerindedir. Üstelik, “bu” işaret sıfatıyla, kelime üzerindeki dikkat iyice artırılmaktadır.

Arapça bir kelime olan ezana, Türkçe sözlüklerde “bildirmek, duyurmak, çağrıda bulunmak, ilan etmek” gibi karşılıklar verilmektedir. Ezanın içinde temel öğe olarak tekbir ve imanın özü olan “kelimeteyn-i şehâdet” yer almaktadır. Allah’ın büyüklüğünü, varlığını, O’ndan başka ilah olmadığını; Hz. Muhammed’in O’nun elçisi olduğunu bildiren eksiksiz bir iman esasıdır bu. (Namaza ve kurtuluşa çağırış, ikincil unsurlar olarak düşünülebilir.) İslâm’ın en temel iki ilkesini, dinin vazgeçilmez iman gerçeğini günde beş kez ilan etmektedir ezan. Aslında, namaz vakitlerinin bölgesel farkları dikkate alındığında, günün her vaktinde yeryüzünde ezan okunduğu, bu ilahî çağrının/ bildirinin aralıksız sürdüğü anlaşılır.

Ezan, bir simge, bir mazmun, bir motif ve bir kavram olarak Klasik Türk şiiri örneklerinden beri şiirimize dâhil olmuştur. Başlı başına bir manzumeye konu oluşu modern dönemin örneklerinde görülür. Tevfik Fikret, gençlik yıllarında “Sabah Ezanında” manzumesini yazmış, ulvi bir sessizliğin ortasında yükseliveren bu büyüleyici çağrının ruhundaki izlenimlerini dile getirmiştir. Ahmet Haşim’in “Allahuekber” manzumesi de benzer bir duyarlıkla yazılmıştır. Haşim, ezanı, sabahın sessizliğinde “asumanı titreten” bir seda olarak tavsif eder. Yahya Kemal’in anne yadigârı topraklara bir armağan olmak üzere söylediği “Ezan-ı Muhammedî” şiiri, şairin o çağlarında ruhunda deveran eden imanın en parlak şulesidir. Yahya Kemal, şiirinin en parıltılı yerinde, nice yüz bin minareden ezan kanatlanınca gök nura gark olur mealinde ölmez bir mısraa ruh vermiştir. Şair bir “kıta”sında da, Yüce Yaratıcı’yı  “Tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın” gibi şahane bir mısra ile tebcil edecektir. Daha sonraki yıllarda Mithat Cemal’in, Aka Gündüz’ün, Ziya Gökalp’in, Halide Nusret’in ezan konusunda manzumelerine şahit olmaktayız.

Ezanın aziz bir çağrı oluşunun yanında, bir de dinî hassasiyetler telkin etme ödevi vardır. Yahya Kemal, çocukluğunda dinlediği Üsküp ezanlarının ruhunda silinmez izler bıraktığını söyler. Buradan hareketle, şair, “Ezansız Semtler” yazısında,  ezansız yeni semtlerde yetişen Türk çocuklarının “çocukluğun en güzel rüyası”nı göremediğine hayıflanır; “minaresiz ve ezansız semtlerde doğan, Frenk terbiyesiyle yetişen” çocuklarımızın istikbâldeki hâline üzülür. Ziya Gökalp de, “Ezan” başlıklı manzumesinde “bu ses”i, “bütün dünyayı uyandıran”, vicdanlardan ‘benlik’ pasını silerek kötüleri iyi yapan bir ses olarak niteler.

Ezan, tekrar söylersek imanın özü, İslâm’ın bir nevi ön sözüdür. Çünkü dinin kapıları onda dile getirilen iman esaslarıyla açılır. Bilinen bir ifadeyle İslâm’a girmenin ilk şartı, ezanın da ruhu olan kelime-i şehâdettir. Bu nedenle, dinin şahitliğini yapmakla birlikte yeryüzünün imanını diri tutan/ dirilten bir sestir ezan. Ulvî bir nidadır özü ve biçimiyle. Bir İslâm düşünürü, o nefis ve şiirsel anlatımıyla bu hakikati şöyle dile getirir: “Kurt kuş uykuda iken, şehri uyanık ve mümin tutan, İslâm’dır. Şehrin en yüce noktasından mümin, Gerçek inanışın ilk ve en umumî prensiplerini [vurgu bize ait. TK], açık ve seçik olarak, bıçak gibi keskin, aşk kadar kudretli, merhamet kadar yumuşak, iş kadar hareketli bir formülü, bir kurtuluş plânının ilk taslağını havaya çizer; şehir şahittir. Şehir, çeşmesindeki aydınlık sudan, titrek elektrik direklerine, karatahtasından bahçe hortumlarına kadar bu sesin melodilerini zapteder; şehir, yavaş yavaş değişerek bir insan olur; dinleyen, derinden değişen, bir ağacın kökü kadar girift, bir deniz kadar büyük ve uzun. /…/ Sabah ezanı, kâinatı mümin olarak teslim alır ve gün ışığına çıkarır. Kâinat, asılmış bir adamsa, ezan onu darağacından indirir; mermerleri kararmış bir tapınaksa, bembeyaz ve pırıl pırıl yapar, bir nefesle. Yine ezandır ki, yalnızlık, içine kapanıklık saatlerine, insanlığı, mümin olarak teslim eder.” (Sezai Karakoç, İslâm, 2. bs., İstanbul: Diriliş Y., 1976, s.39,40)

Dinin temel unsurlarının ilamı olan ezan, aynı zamanda Türk milletinin bağımsızlık simgesidir, tıpkı bayrak gibi. Bu bağlamda, bayrak neyse ezan odur. Türk toplumunun/ medeniyetinin ayrılamaz bir anadokusu haline gelmiş olan İslâm’ın, ses bayrağıdır ezan. Allah korusun, ezanın susması, bayrağın inmesiyle aynı anlama gelir. Minarelerde ezanın duyulmaması demek, Türk milletinin ve yurdunun top yekûn bu topraklara “yabancı” olan bir zihniyetin ve elin hâkimiyetine geçmesi demektir. Bu arada ezan, bir zafer muştucusudur. Türklerin her bir galibiyetinden sonra, yüksekçe bir yerde okunan ezan, fethi müjdelemek içindir.

Mehmed Âkif’in “ezan”a ilgisi, İstiklâl Marşı’nın yazılışından önceki yıllardadır. Birinci Safahat’ta (1911) yer alan “Ezanlar” manzumesi, şairin, İslâm’ın bu temel nişanesiyle zihninin meşgul olduğunu ve ona ayrı bir önem atfettiğini gösterir. Manzumenin başına alınlık olarak “İhtilaf-ı metâli’ sebebiyle küre üzerinde ezansız zaman yoktur” hikmetli cümlesi konmuştur. “Ne lâhûtî sadâ” dediği “Allahu ekber” lafz-ı celiliyle başlayan ‘ezan’ın, cihanı adeta sarstığına işaret eder Âkif. İki bölüm halinde tertip edilen bu uzun manzumenin (69 mısra) kanaatimizce en güzel bendi şudur:

           Senin, dem geçmiyor, yâdınla lebrîz olmadan eb’âd,

           Ne müdhiş saltanat yâ Rab, nasıl âsûde istibdâd!

           O istibdâda hürmettir ezanlar, subhalar, evrâd…

           Hayır, sen rûh-ı rahmetsin, bu sesler senden ister dâd,

           Verir miydin, eğer dâd etmesen, feryâda isti’dâd?

“Ezanlar” manzumesinin yayımlanışından on yılı aşkın bir zaman sonra yazılan İstiklâl Marşı’nın en görkemli dizelerinden birine, yine ezanlar can suyu verecektir. Mısradaki temel cümle (Bu ezanlar ebedidir), bir sonraki dizenin ilk kelimesiyle tamamlanır. Bu ifadeyle, bir bakıma Kur’an’daki bir hakikate de atıf yapılmaktadır: İslâm bir din olarak kıyamete kadar bâkî olacaktır. Şehadetleri dinin temeli olan ezanlar da öyle olacak kıyamete kadar susmayacaktır. Şairin arzusu da/ isteği de budur: İslâm’ın vazgeçilmez ilkelerini hem de ikişer defa tekrir ile ilan eden ezanın, ebediyete kadar vatan semalarında duyulması.

Şiirin bütünlüğü içinde bakarsak, Âkif’in aziz kaygılarının başında, yurt şafaklarında dalgalanan bayrağın, parıltılı bir yıldız gibi, ebediyen parlayacağı ve ezanların kıyamete kadar susmayacağı gelmektedir. İlki şairin millî, ikincisi dinî duyarlığının ifadesidir. Şiirin ilk sekiz dizesinde, bayrak, mübarek bir sevgili gibi, tebcil edilir. Sonra şair, iki dörtlük boyunca milletinin kahramanlıklarını, insanî özelliklerini anlatmaya başlar. 5, 6, 7. dörtlüklerde vatan topraklarının kutsallığı ve onun korunmasında biz yurttaşlarına düşen özgörevler hatırlatılır. Sekizinci dörtlüğe geldiğimizde, yazımıza konu olan mısraın hemen öncesinde, şair, en samimi lisan ile Allah’tan önemli iki dilekte bulunur. Biri mabedine yabancı ellerin dokunmaması, diğeri de ezanların susmamasıdır. Dönemin şartları hatırlanırsa, şairin endişelerinin ne büyük olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Çünkü İstiklâl Marşı’nın yazıldığı dönemde, vatan toprakları dört bir koldan işgal edilmiştir/ edilmektedir.

Bütün olumsuz şartlara rağmen, Âkif, şiiri içinde özelliklerini söylediği böyle bir milletin, yurdunu çiğnetmeyeceğine, bayrağını indirtmeyeceğine ve yurdun iman bayrağı olan ezanları susturtmayacağına inanmaktadır. Bunda kuşkusu yoktur. Ne var, her hâlükârda Allah’ın yardımına ihtiyacı olduğunun bilincindedir. O’nsuz hiçbir şeyin olmayacağına, yeryüzünde bir yaprağın dahi O’na rağmen kımıldayamayacağına iman etmektedir. Bu iman ile Yaratıcı’sından ister ki, bu güzel topraklar vatan kalsın ve ezanlar susmasın

Bu milletin has evlatlarından biri olan Mehmed Âkif, atalarından devraldığı millî ve dinî hassasiyetleri, zor günlerin karanlığında, o büyük heyecanı ve imanıyla, tüm insanlarının hâline, duygu ve düşüncelerine tercüman olmak üzere İstiklâl Marşı’nda dile getirmiştir. Hem de kusursuz bir söyleyişle, samimiyetle ve yüksek bir heyecanla, bedii bir kıymet ifadesiyle. “Bu ezanlar –ki şehâdetleri dinin temeli-” mısraı da, bu muazzam, yekpâre eserde, kıymetli bir yüzükteki elmas taş gibi durmaktadır.