Türkiye genelinde oyu yüzde 5-6 yı geçmeyen, yerelde Belediye Başkanlığını kazanması yüzde sıfır olan bir partinin aday arayışları sürerken, Partinin iki kurmayı çaresizlik içinde bir karar alır ve içlerinden birisi aday olur. Amaçları Parti adaysız kalmasın ve bu vesile ile ismi biraz popüler olarak geleceğe yatırım olsun.

Seçim kampanyaları başlar ve o başdöndürücü gelgitler arasında seçime 4-5 gün kala aynı iki kurmay bir durum değerlendirmesi yaparlar. Aday olan sözün başında: “Abi bu olay bitti. Biz bu seçimi farklı kazanacağız da, iyi çalışıp ikinci dönemi garantilememiz lazım”

Evet seçim atmosferi budur. Öyle bir gaza getirir ki insanı... Sonuçta ne mi oldu? Olması gereken oldu: Parti yüzde 5.5 oy aldı...

Sözümüz etrafındaki kalabalık ve yalakalıklar nedeni ile heveslenen, sevdiğimiz güzel insanlara hayal kırıklığı olmasın diyedir. Kazanma ihtimalleri olsa o partinin kurtları, canavarları, kazanmak için dostlarını satanlar o adaylığı size yedirmezlerdi be yahu...

Yine Devlet tecrübesi, mesleki kariyer ve çok güçlü bir siyasi destek ile Karamana adaylığı kesinleşen Dr. Kamil Uğurlu, buzdağının görünen kısmı ile iktifa ederek Belediye Meclis Listesinde etkili olmaktan kaçındı ve ağırlığını koyamadı. Söylenen laflara bakarak, söyleyeninadam mı olduğuna bakmadı. Dost ahbap ilişkileri ile önerilen isimleri derine inmeden onayladı ve seçimler bitti.

Daha seçimlerin hemen akabinde de bir Belediye Meydan savaşları başladı. Abiler vur dedi vuruldu, kır dedi kırıldı, yap dediler yapıldı, yapma dediler yapılmadı. Muhalefete de gerek kalmadan 2 muhalefet partisinin yanında 2 de parti içinden muhalefet oluştu ve meclis tam 6 parça oluverdi. Hatta işi o aşamaya getirdiler ki, biraz daha bastıralım da bu Başkan bizar olup kaçsın da meydan bize kalsın bile dediler.

Bunlar ne istedi? Biz vurgun vuracağız, hortumculuk yapacağız, Karamanı satıp cebe atacağız gibi laflar etseler de, bu huzursuzlukları çıkarsalar, toplumun aklı yatacaktı. O bile değildi. SEN – BEN kavgasından başka bir şey değildi. Pek çoğu ilk defa böylesine yüksek bir yere çıkınca başları dönüverdi. Abileri vur deyince onlar da öldürmek için gayret ettiler.

Bazılarına da bir şey demeye zaten gerek yoktu. Hayatları gölgeleri ile kavga içinde geçtiğinden, şimdi karşılarında canlı bir hedef bulunca çok rahat kavgalar çıkardılar.

Ama bir rahatlık ve güzellik vardı ki, Belediye Binasında oda çoktu. Gelen müfettişlere oda bulmak sorunu hiç olmadı. Çünkü yıllarca Belediyeden müfettiş ve denetçi eksik olmadı. Her gün Ankara’ya bir ya da bir kaç şikayet dilekçesi gitti, her giden dilekçeyi dikkate almak zorunda olanlar da, lafı söyleyene adam mı diye bakmadan lafa itibar etmek zorunda idiler ve her teftiş bitiminde yeni bir teftiş, soruşturma sürdü gitti.

O kadar kişiden veya meclis dışından “yapmayın yazıktır, olan Karamana oluyor, bu hizmet ortamı bir daha yakalanmaz. Projelerin uygulanması için gereken onayları bir an önce verin de şu kasaba şehre dönsün” deseler de onlar da aforoz ve şikayet listesine eklendiler.

Her konuda tecrübeli olan Başkan da, kendisini korumak isteyen, gerçekleri ortaya çıkarmak isteyen ve bu uğurda herkesi karşısına alanların arkasında durma cesaretini, gayretini de gösteremeyince yapayalnız kalıverdi. Hoş şehir dışından basın gücü falan da ithal etti ama, o tercihin de yanlış olduğunu kısa zamanda sanırız anladı. Bir bu olay bile çok başarılı olmasına rağmen ikinci dönem kapısını kapatmaya yetti.

Sözümüz kazanma şansı çok yüksek görünen Belediye Başkan adaylarınadır. Etrafınızdaki ekibinizi ve özellikle de meclis listenizi,liyakatli insanlardan oluşturun ki kazandığınız gün kaybetmeyin. Sizin kaybetmeniz kişiseldir ama kaybeden KARAMAN olacaktır. Tıpkı Uğurlu döneminde kavgadan hizmete zaman kalmadığı gibi.

Üçüncü hikayemiz de mahalle muhtarları ile ilgili. Mernis ve yeni Nüfus Kayıt sistemisayesinde muhtarların ikametgah ve nüfus örneği gibi mecburiyetleri de kalmayınca muhtarlar hiç tanınmadan oy verilen ve görev sürelerince hiç de tanınmayan kişiler olmaya başladılar.

Bunların arasında da kral ve imparatorlar elbette oldu. Bir eski Mahallemizin Muhtarı gibi... Mahallenin kralı gibi davranan ve Mahallesindeki ölümcül hastanın durumundan bi haber ve kayıtsız iken, ona bakım için gelen yakınlarını “mahalle kaydınızı yaptırın yoksa sizi şikayet etmek zorunda kalırım” diye tehdit edebilecek kadar aslan parçası da oluverdiler.

Muhtarlık elbette önemli. Cumhurbaşkanı ve Başbakanın Mahalledeki temsilcisi. Bu cümle de onlara yetiyor zaten. Gelip resmi kurumlarda bu güçlerinden dolayı havalarını basabiliyorlar. Kıyak maaş ve özlük hakları da bal kaymak...

Bizim mahallenin, 25-30 yıldır sakini olarak kendilerini reklam edip, aday olanların hiç birisini tanımıyoruz. Ne ölümüzde ne dirimizde, ne düğünümüzde ne derneğimizde, ne var günümüzde ne dar günümüzde yanımızda olmadılar.

Hatta birisini mahallemi kirletirken tandım. 30 yıllıkmahalle sakiniolduğunuyazdığı afişleri, elektrik direklerine yapıştırarak, boşalan ambalaj kağıtlarını ve poşetleri 3 metre uzaktaki çöpe atmak yerine yola fırlatarak mahallemi, çevreyi kirleten bir vatandaş muhtar adayı idi. Muhtar olmadan bu haller, olunca da hak getire.

Sözümüz muhtarlara oy verecek mahalle sakinlerine. Tanımadan, bilmeden güvenmeden layık olmayan kişilere“nolacak canım sanki bir işim midüşecek, kim olursa olsun” diye oy vermeyiniz. Biliniz ki Muhtar Mahallenin kralıdır...

Son hikayemiz de bir paşalar paşasından. Bir şehirde 3-4 ileri gelen, gelecek seçimlerde memleket sevgileri ağır basarak, bir aday üzerinde karar alırlar. Yine de bir Akil Kişiye durumu açarak fikrini alırlar. Akil kişinin de aklına yatar. Onlara çok güzel bir planlama çalışma hazırlar ve iyi bir çalışma ile 90-100 oy farkla da olsa favori adaylar arasından seçim kazanılır. Akil, kazanan başkanı tebrik ettiğinde de müthiş bir hedefle karşılaşır: “Kardeşim daha bu iş bitmedi. Ankara’da rahmetli büyüğümüzün boşalan yerini de dolduracağız.” İnsanın “İn ulan aşağı dangalak” demesi gerekiyor da edebindendiyemiyor işte...

Sonrası mı? Sonrası, onun adını ortaya atan o, 3-4 kişi ve akil adam kurulan tuzaklar ve siyasi taktiklerle bir bir alaşağı ediliyor. Makamlarından düşmeleri, işlerininkötü gitmesi sağlanıyor ve bitiriliyorlar. Tabi Akil de... Neden böyle yapıyorsun denildiğinde verilen cevap daha da müthiş: “Beni buraya getirenler, beni buradan alaşağı edebilir. Güç tek bende olmalı ki işimi sağlam yapayım... Daha da sonrası mı? Vurmalar, kırmalar, kavgalar, gürültüler. Bir kabadayı filmi gibi biten süre sonunda, yıllarca sokağa çıkamayacak, çıkınca da insanların içten içe hakaret ifadeleri ile karşılaşan ama kızarmaktan uzak bir yüz...

Gerçi toplum balık hafızalı. O, 3-4 kişi şimdi olanları unutup, kendilerini harcayan o ZAT’tan medet umar hale gelecek kadar kötü bir duruma düşürdüler kendilerini.

Sözümüz oy vereceklere: Bir oydan ne olur demeyiniz. Akıllı insan bir ağaçtaniki sefer düşmez. Daha dün kazandığı gün kavga başlatan, ya da geldiği makamdan sonra, gidecek yolu olmadığını anlayanların kendilerini oraya getirenlere düşman olduğu ortamları bu memlekete bela etmeyin.